Alıntı

Wild Wild Country Osho Belgeseli

1. yorum

muazzam bir belgesel. osho’ya ilgi duyan duymayan herkesi etkileme potansiyeline sahip. belgeselcinin, röportaj veren tüm tanıklara eşit mesafede oluşu, kötü olduğunu düşündüklerinizin bile insani yönleri ve zaaflarıyla gösterilmesi ve seyircinin herkesle az ya da çok empati yapmasına imkan vermesi belgeselin başarısını artırmış. bazı bölümlerde yer yer akıcılık kayboluyor ve artık sadede gel diyorsun ama bazı bölümlerde de “şimdi ne olacak” sorusu sabrı zorluyor.

belgeselin amacını osho’nun gerçek yüzünü göstermekle sınırlı olarak okuyanlar çok şey kaybediyor. birçok osho kitabı okudum. bana iyi gelen ve ilham veren çok şey buldum kitaplarında. zaten bir iki sayfa okuyan herkes osho’nun secret vb. ucuz kişisel gelişim zırvalarından ayrıldığını, kimseye cenneti vadetmediğini, mucizelere yer olmayan dünyevi bir görüşü savunduğunu ve genellikle provakatif bir çizgide olduğunu bilir. osho’nun kitaplarını seviyor olmam onun takipçisi olduğum, irademi ona teslim ettiğim anlamına gelmez. yazarları yazdıklarıyla değil yaşadıklarıyla yargılayacaksak birçok büyük yazarı kurban etmemiz gerekir hem. belgesel yer yer osho’yu dövüyor ama bundan da fazlasını yapıyor. mesela belgesel bana şu konularda vizyon kazandırdı:

– amerikan adalet sisteminin saat gibi işleyişi ve/ama ikiyüzlülüğü,
– abd kırsalında yaşayanların muhafazakarlığı, kapalılığı ve ötekini kategorik olarak reddetmesi,
– modern hayatın insanları ruhani olarak tatmin etmekten çok uzakta oluşu ve bu anomi durumunun insanları savunmasız bırakması (ve bunun coğrafyaları aşan bir durum olması),
– yine modern hayatın baskıcı kültürel kodlarının gençlerin kendilerini gerçekleştirebileceği araçlara olanak tanımaması,
– genç yaşta sahip olunan güç ve yetkiyle kendini var edenlerin, bu güç ve yetkiyi korumak adına insanlıktan çıkması,
– cult mantığında insanların tüm iradelerini bir kişiye teslim ederek körleşebilmeleri vb.
– herhangi bir dini/insani yönelimin ne kadar pasifist ve barışçı olursa olsun dünya sisteminde var olmak ve kurumsallaşmak için aynı araçlara ihtiyaç duyması: şiddet, ayrımcılık, nefret empoze etme. (sannyasinlerin silahla gezmeye başlaması ve talim yapmaları bence oldukça etkileyici bir nokta)


2. yorum


kraldan çok kralcıların, kralın temsil ettiği fikre, kralın kendisine ve ona inananlara ne kadar zarar verebildiğini göstermesi açısından da oldukça ilginç bir yapım, wild wild country.

şüphe götürmeyecek denli tarafsız tonu, her açıdan çok başarılı kotarılmış olması, hatta dönem olarak müthiş zamanlamasıyla, şapka çıkarttıran bir netflix dizisi olmuş.

tanıklığına başvurulan karakterlerin, osho’nun amerika macerasında oldukça kilit rollerde bulunmaları, diziyi daha da gerçekçi kılıyor.

osho, hiç kuşkusuz ki çağının çok ötesinde bir kişilikti. oldukça zeki, etkileyici, karizmatik ve devrimci fikirlere sahip birisiydi. zorba-buda, hayalindeki yeni insanı tanımlamak için kullandığı bir tabirdi ve kendisini tanımlamak için de çok uygundu. bir yandan, dünyanın hazır olmadığı denli dünyevi (zorba), diğer taraftan da bu dünyaya ait olmayacak kadar başka dünyalı ve içseldi (buda). dış’la iç’in birlikteliğini, bir anlamda bedenle ruhun ayrılamazlığını anlatmaya, biri olmadan diğerinin de olamayacağını, ya da yalnız birisinin tercih edilmesi durumunda kişinin eksik kalacağını savunurdu.

osho öğretisi, özellikle batıdan gelenler tarafından eksik anlaşıldı. nihilizm-hedonizm arasında gidip gelen, bir kısmı gayet entelektüel sayılabilecek, arayış içindeki bireyler, hindistan’a gidip osho ve fikirleriyle karşılaşınca, adeta beyinlerini havaya uçuran, yepyeni bir uyuşturucuyla karşılaşmış gibi oldular. bu yeni uyuşturucunun aşırı dozda alımıyla, birçok sannyasin bir tür toplu çıldırmanın eşiğine vardı.

komün dışındaki farklı dünya, tabii ki bu çıldırmayı çözemedi. uzun zamandır her türlü ikiyüzlülükle yaşamaya alışmış, toplumsal kokuşmuşluğu gizlemeye dayanan bir sistemde, aslında başka bir tür deliliği yaşamaya alışmış bu “dışarıdakiler” ordusu; korku, endişe, nefret, kıskançlık gibi duygularını yansıtabilecekleri böyle bir topluluğu karşılarına almaktan çekinmedi. yalnız yeni olandan, bilinmeyenden korkmak değildi onlarınki; ya da yalnız ahlaki, dinsel, toplumsal değerlerini koruma içgüdüsü değildi sahip oldukları; içlerinde bir yerde, tıpkı bu sannyasinler gibi, onlar da özgür olmak, özgür hissetmek, tatmin içinde, mutlu ve huzurlu olmak istiyorlardı, ama bunu yaşayabilecek cesaretleri, böyle bir ülkünün peşinden gidecek özgüvenleri yoktu. konformizmin sınırları içinde, mikroskopik dünyalarında, yere kendilerinin tebeşirle çizdiği sınırlarda yaşamaya mecbur hissederek, yaşam sandıkları filmde nefes almayı sürdürüyorlardı yalnızca.

kaynak: eksi sozluk